18 Eylül 2015 Cuma

Will ve Wale ikizler - Bölüm 3

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!

Bölüm 3 – Hainin altın çağı

Rose Malikanesi belki de William’ın 76 yıllık hayatında gördüğü en büyük klişeydi. Eğer malikanenin önünden geçen bir insan olsaydı, ve tabii vampirlerle ilgilenseydi, orada vampirlerin yaşadığını ilk bakışta anlardı. Üç kişilik Rose ailesi ve onların on hizmetçisinin dolduramayacağı kadar büyük olan bina yaşadıkları dönemin modern dokunuşundan yoksun katı ama ince bir gotik yapıya sahipti. Pencereler vitray ve pahalı kadife perdelerle süslenmiş, iki kişinin sorumlu olduğu bahçeye özenle yabani otlar dikilmiş ve binayı oluşturan taşlar istenildiği gibi yosun tutmuştu.

Ana binadan beslenen üç kule –her kulede bir Rose üyesi kalıyordu- göğe yükseliyor ve gri taştan yapılmış konik çatılarla bitiyordu. Kapı orta çağdan kalma gibi iki kanatlı ve ahşaptandı, üzerinde de demir dövme desenler vardı. Evin önünden geçenlerin meraklı bakışları bir yerden sonra o kadar rahatsız edici olmaya başlamıştı ki aile etraflarına bir duvar örmeye karar vermişti. Sanki malikanenin kalın duvarları yetmiyormuş gibi.

Birkaç dakika önce Wale'in nedenini anlayamadığı bir şekilde iğrenç kokan arabasından inmiş evini izleyen William biraz sonra olacaklar için sabırsızlanıyordu. İki mezar taşından daha sıcak olmayan ailesini tanıyordu, Wale’in aşağılanması ve yaka paça evden atılması an meselesiydi.

Seni hayal kırıklığına uğratacağım ama öyle bir şey olmayacak, beni kabul edecekler.”

Beni ne zaman hayal kırıklığına uğratmadın ki?

Anladığım kadarıyla dışarıda sürtmek seni epey güçlendirmiş, zihin bile okuyabilecek hale gelmişsin.”

Wale güldü ve sarsak adımlarla ona iyice sokuldu. O kadar yakınında duruyordu ki kemerli burunlarının ucu neredeyse birbirine değiyordu. Vücut ölçüleri bile birebir olduğu için ikisi de direk birbirlerinin gözlerinin derinliklerine bakıyordu. Zaman durmuş gibi hissetti ve gözleri buğulandı.

Küçükken kabus görüp uyandığında aynada kendisine bakar ve düz yüzeye yansıyan görüntüsünün abisi olduğunu hayal ederdi. Bütün gece abisi yanı başında yatıyormuş gibi davranır ve hatta arada ona üşüyüp üşümediğini bile sorardı. Uzun bir süre aynalara Wale’miş gibi davranmaktan kendini alamamıştı. Abisinin onu hiç düşünmeden içine attığı yalnızlık William’ı o kadar sefil şeyler yapmaya zorlamıştı ki kendinden utanıyordu.

 İşte bu yüzden gözyaşlarının nedeni sevgi ya da özlem değil, aksine nefret ve kindi.

Sokakta sürtmenin avantajları olduğuna katılıyorum.” Ciğerlerinden çıkan ılık hava William’ın dudaklarını yalayıp geçti. Kendini ana o kadar kaptırmıştı ki ikizinin yüzünü kaplayan hüznü fark edemedi. “Ama dezavantajları da var.”

Ah…William…”

William içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Gözlerinde akmayı bekleyen yaşlar hızla yanaklarından aşağı süzülmeye ve boğazından yukarı zar zor tutabildiği hıçkırıklar yükselmeye başladı. Onu gördüğünden beri kendini tutuyordu ama ismini onun sesiyle duymak… Bu çok fazlaydı.

Onu omuzundan ittiği gibi dış kapıyı açtı ve olabildiğince hızlı bir şekilde eve girdi.

Anne! Baba!” diye bağırdı gözyaşlarını kolunun tersiyle silerken. Şımarık bir çocuk gibi girişte iki yana koşuştururken uzun zamandır kaybetmediği kontrolün ellerinden kayıp gittiğini hissediyor ve daha da sinirleniyordu. Onun gitmesini istiyordu. Bir an önce. Kokusunu duyabildiği her saniye ona karşı ördüğü duvarı paramparça ediyordu.

İlk defa zaman bir vampirin aleyhine işliyordu.

İki el onu omuzlarından tuttu ve kendine çevirdi. “Neyin var, tatlım?” diye mırıldandı annesi endişeyle gözlerini üzerinde gezdirirken. William onu sarmaya çalışan taş kollardan kurtuldu ve “Babam nerede?” diye bağırdı. O kadar hızlı volta atıyordu ki görüntüsü netliğini kaybetmişti.

William Rose! Hemen kendine gel!”

İşte buradaydı.

Annesi gibi hemen arkasında belirmektense asma katın merdivenlerinden yavaşça aşağı inmeyi seçmişti. Babası oldum olası şaşalı girişleri severdi. Kömür siyahı saçlarını iyice taramış ve şekil vermişti, kirli sakalı ve giydiği takım da onu ciddi ama aynı zamanda da sakin gösteriyordu, kırmızı delici gözleri ve kartal gibi küt burnuysa ona korkunç bir hava katıyordu. Sanki asırlık bir vampir olması yeterince korkunç değilmiş gibi.

William da Wale de daha çok bir kediye benzeyen annesine çekmişti. Üçü de altın gibi parlayan sarı saçlara, hafif çekik gözlere, ince dudaklara ve sivri yüzlere sahipti. Çocukluğunu hatırlamıyor olsa ikiz değil üçüz olduklarını bile düşünebilirdi.

Baba o dışarıda!” diye karşılık verdi. Hala bağırıyor ve titriyordu.

Annesinin gözlerine kalan-oğlumuzu-da-kaybettik diyen bir bakış yerleşirken babası gür kaşlarını çatıp “Kim?” diye sordu.

William histeri krizini iyice alevlendiren ikizine baktı, babasının sorusundan hemen sonra içeri girmişti. İki yanı pahalı lambalarla aydınlatılmış süslü ahşap kapının önünde ne kadar da kimsesiz ne kadar da yabancıydı. Üzerindeki hayvan saldırısına uğramış gibi duran yırtık kıyafetleri, dağınık sarı saçları ve makyajıyla malikaneye ve Rose görünüşüne ne kadar da tersti.

William nefret ve özlem; hayranlık ve tiksinti arasında bocalıyordu.

Sanırım benden bahsediyor,” diye fısıldadı kendinden emin bir sesle. Kırmızı gözlerini meydan okurmuşçasına ona dikti ve alaycılıkla kıvrılmış dudaklarının arasından o kelimenin çıkmasına izin verdi, “baba.”


1 yorum:

  1. Bu bölüm sanki daha farklıydı *-* Ay ama olsun! Teneby mizin artık bir blogu var yaşasııaağağnn *konfetiler* ♥♥♥

    YanıtlaSil