Bölüm
2 – Canavarların bile favori çocukları vardır
“William
Rose,” diye cevap verdi mavi saçlı olan temkinli bir sesle. Bir
misafir beklemediği ve bu yüzden gerildiği belliydi. William ona
hak veriyordu, o bile bunu beklemiyordu. Onu çoktan hayatından
çıkarmış ve anılarını bir tabuta koyup gömmüştü. “Rose
ailesinin en küçük üyesi.”
“Madem
öyle, siz iki gerzeğin beni de tanıyor olması gerekir.”
“Aman
tanrım…” diye fısıldadı Jack. “Wale Rose.”
William
ona bakmasa da yüzünde ürkütücü bir gülümseme olduğunu görür
gibiydi. Abisinin
ismi vampirin dudaklarından bir hayaleti anıyormuş gibi korku ve
şaşkınlıkla çıkmıştı. “Madem tanışma faslı bitti…”
diye fısıldadı Wale tembel bir sesle. “en sevdiğim kısma
geçebiliriz.”
William
vampir kardeşler bağrışmaya başladığı an gözlerini sımsıkı
kapattı. Etin parçalanma ve kanın yere sıçrama sesi en küçük
hücresine kadar işlerken burnuna iştah açıcı kan kokusu doldu.
Birkaç saniye içerisinde yerin altında hareket eden ölümsüzlerden
ikisi eksilmişti. Ürpermeden edemedi. Vampir olmasına rağmen
birini öldürürken rahatsız oluyordu. Zaten camianın onu tam bir
‘vampir’ olarak görmemesinin birkaç nedeninden biri de buydu.
Ona
yaklaşan ayak sesleri iyice yükselip aniden kesildiğinde gözlerini
açmadı. Burnuna artık tanıdık gelmeyen parfümü doldu ve vücudu
unuttuğu bu vampiri tehdit olarak gördüğünden kasıldı.
Bağlanmış vücudunun üstüne düşen siyah gölgesini bile
hissedebiliyordu ve bu daha da berbat hissetmesine neden oluyordu.
Bir gün tekrar karşılaşacaklarının o da farkındaydı ama böyle
olmasını planlamamıştı. Aklında hep onun özlemiyle perişan
olmuş bir Wale ve güçlenmiş Will vardı.
“Gözlerini
açmayacak mısın, ikiz?”
‘İkiz’ini
uğraştırmayıp göz kapaklarını araladı. Küçüklüğünde de
hiç düşünmeden onun dediklerini yapardı. Gözleri yavaşça onun
zımbalı botlarından yukarı çıktı, yırtıklarla dolu
pantolonunu geçti ve aynı pantolonu gibi yırtık tişörtünde
durmayıp yüzüne yükseldi. Herkes hayatında en azından bir kere
aynaya bakmıştır, değil mi? İşte, William’ın ikizine
bakarken hissettiği şey de buydu. Sanki Wale hiç olmamıştı,
sadece bakmayı çok sevdiği bir ayna vardı.
Gerçi
William’ın 16 yaşındaki ergenler gibi ağır bir gotik makyajı
yoktu.
“Gözlerindeki
bu ağlamaklı ifadeyi bile özlemişim Willy.”
William
dudaklarını birbirine bastırmaya devam etti. Wale onu bırakalı
tam altmış yıl olmuştu ve dudaklarını açarsa içinde tuttuğu,
ona söyleyemediği her şeyin dışarı çıkacağından korkuyordu.
“Neyse, evde bol bol özlem gideririz.”
Onun
hizasına indi ve kırmızı gözlerini onun buğulanmış
gözlerinden hiç ayırmadan ipleri çözmeye başladı. Vampirler ne
kutuplar kadar soğuk ne de insanlar kadar sıcaktı, yine de William
ikizinin onu hem üşüttüğünü hem de terlettiğini hissediyordu.
Bu özlem miydi? Yoksa nefret mi? Ya da kırgınlığın getirdiği
hırs?
İkizinin
vampirlere karşı güçlendirilmiş ipleri nasıl çözdüğünü
umursamadan onun arkasından ayağa kalktı. Wale parmağını
William'ın hala eski haline dönmemiş köpek dişine sürttü.
Bütün vücudu titrerken dudaklarından ılık bir nefes kaçtı.
Köpek dişleri belki de vampirlerin en hassas noktalarından
biriydi. Kaşlarını çattı. Gözleri neredeyse Wale’in de onu
özlediğini inandıracak kadar yoğun bakıyordu.
Birkaç
saniye sonra parmağı alt dudağına indiğindeyse geriledi.
Aralarındaki mesafe sayesinde onu baştan aşağı görebiliyordu.
Evet, kesinlikle William’ın kopyasıydı ama daha çok onun 17
yaşındaki halini andırıyordu. Yüzü onunki gibi şekillenmemişti
ve olgunluktan yoksundu. Erken
donmuş, diye düşündü.
Doğan
vampirler tıpkı insanlar gibi büyürdü ve bu büyüme dönemi
kanlarının güçlerine göre uzayıp kısalırdı. William 22’sinde
büyümeyi kesmişti. Aynı kanı taşıdıklarını düşünürlerse
Wale’in 17’sinde donması ilginçti. Onu bu kadar erken yaşta
donmaya iten zor bir hayatı olmalıydı. Saniyenin küçük bir
bölümünde kendine ona acımak için izin verdi.
“Tanrım
Willy!” diye bağırdı birden. “bir şey söylemeyecek misin?”
Konuşmadan
önce başını çevirip vampir ezmesi haline gelmiş iki zavallı
kardeşe baktı. “Onları öldürmeden önce kimin için
çalıştıklarını öğrenmeliydik.”
Wale ona ölümcül
bir bakış attı ya da en azından onu yumruklayacak gibi duruyordu.
Daha duygusal bir şeyler ya da ağlamasını beklediği belliydi.
Ama William ona istediğini vermeyecekti. Son altmış yıl Wale’in
bıraktığı zayıf çocuğa çok şey katmıştı.
“Bu
da bir şey sayılır,” diye homurdandı Wale ellerini ceplerine
tıkıp yürümeye başlamadan önce. “hadi
eve gidelim. Annem
seni merak etmiştir.”
“Seni
o eve alacaklarını hiç sanmıyorum,” diye tısladı buz gibi bir
sesle.
Wale
ona dönmedi ama tekrar yürümeye başlamadan önce biraz durdu.
Tüneli aydınlatan cam yeşili ışıkların altında yorgun, uzak
ve vahşi görünüyordu. “O canavarların favori çocuğu
olmadığımı biliyorum ama o ev her Rose vampirinin hakkıdır.”
Sinirleri
o kadar gerilmişti ki gülmeden edemedi. “Hayatının çoğunu
evin dışında geçirdiğin için onları tanımıyor olman normal.”
“Sadece
kapa çeneni ve yürü Willy.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder