DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!
“…böylece
prens ülkesine geri dönmüş ve onu bekleyen prensesle evlenmiş.
İkisi sonsuza kadar bir daha hiç ayrılmamış. Hikaye de böylece
bitiyor çocuklar.”
Hizmetçilerin
kurduğu hamakta ikizlerini sallayan anne hikaye kitabını
yanlarındaki beyaz metalik sehpaya bıraktı. Güzel, ılık bir
sabahtı. Malikanenin bahçesi çocukların rahat oynayabilmesi için
çimenlerle kaplanmıştı ve yer yer boy veren kır çiçekleri
yeşilin üzerine değerli taşlar gibi saçılmıştı. Zarif yaylar
misali bitkilerin içinden geçen güneş ışınları rahatsız
etmeyecek kadar ılık ve loştu. Açan hanımellerinin kokusu her
yeri sarmıştı ve dalların arasına saklanmış kuşlar en güzel
şarkıları söylüyordu. Eğer inanan biri buraya girse cennette
olduğunu sanabilir ve cennetin şeytanlar tarafından kuşatıldığını
düşünüp dehşete kapılabilirdi.
Çocuklardan
biri doğruldu. Bahar güneşinin altında tombul yanakları al aldı
ve siyah saçları obsidyen gibi parlıyordu. Yuvarlak ve çocuksu
yüzüyle arkadan gelen ışık birleştiğinde kiliseleri süsleyen
o meleklerden birini andırıyordu.
“Yani,”
diye başladı konuşmaya çocukluğun verdiği coşkulu sesiyle.
“bir daha hiç ayrılmadılar mı?”
“Evet
hayatım,” diye onayladı annesi bir yandan da başını sallarken.
Çocuk
buna inanamıyormuş gibi kırmızı gözlerini iri iri açmıştı.
“Hiç mi?” diye sordu emin olmak için.
“Hiç.”
Çocuk
uzanmış yüzünde minik bir gülümsemeyle güneşin tadını
çıkaran ikizini kucaklayıp “O zaman ben Wale’le evleneceğim!”
diye haykırdı. “Böylece asla ayrılmayacağız!”
Annesi
neşeli bir kahkaha atarken Wale kardeşinin kollarından kurtulmak
için çırpındı, kıpkırmızı olmuştu. “Saçmalama Willy,”
diye homurdandı çırpınmaktan nefes nefese kalmış bir halde.
“erkekler erkeklerle evlenmez.”
“Ama-ama-,”
William’ın dudakları o kadar titriyordu ki konuşmaya devam
etmesi biraz zaman aldı. “Ben senden hiç ayrılmak istemiyorum.”
“Ayrılmayacağız,”
diye homurdandı Wale, kardeşinin duygusallığından rahatsız
olmuş gibiydi. “seni bırakmayacağım.”
“Söz
mü?”
“Söz.”
William’ın
nefesinin boğazına takılmasıyla ağlamaktan şişmiş gözlerini
açması bir oldu. Sıcak bir sıvı midesinden boğazına
yükseldiğinde doğruldu ve ağzına dolduğunda gürültüyle
kustu. Mide kasılmaları yerini titreyen bir vücuda bıraktığında
kustuğu şeyin kendi kanı olduğunu fark etti. Odanın karanlığı
yüzünden ahşap parkeler siyah mürekkeple kirlenmiş gibi
duruyordu.
Titreyen
eliyle önüne gelen saçlarını geri ittikten sonra kolunun
tersiyle ağzını sildi ve kendini yatağa geri bıraktı. Ters
giden bir şeyler vardı.
Biraz sakinleştikten sonra zar zor ayağa kalktı ve kendi kanına
basmamaya çalışarak odasına bağlı olan lavaboya gitti. Işığı
açtığında gördüğü yansıması yüzünden neredeyse çığlık
atacaktı.
Berbat
haldeydi.
Her
zaman soluk olan teni iyice transparanlaşmıştı ve bu neredeyse
bütün damarlarının gözle görülebilir hale gelmesine neden
oluyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Siyah saçlarının
bir kısmı başına yapışmış bir kısmı da düzeltilemeyecek
kadar havaya dikilmişti. Hafif bir titreme aynadaki görüntüsünün
netliğini yiyip bitiriyor ve hızlı nefes alış verişleri göğsünü
patlayacakmış gibi gösteriyordu. Biri tişörtünü göğsünden
tutup yırtmıştı ve kalbinin çevresinde beş iyileşmiş delik
izi vardı. Çatlamış dudaklarının arasından şaşkınlık dolu
bir nefes kaçtı. Beş parmak izi ve kan kusmak mı?
Biri
kalbini sökmüştü.
Panikten
nefesleri iyice hızlanırken gözleri kararacak gibi oldu. Ailesi o
uyurken kalbini sökmüştü… Gözleri bir kez daha doldu,
bacakları çözülüp yere çöktü. Bu nasıl olurdu? Ailesi… Onu
doğuran kadın… Aynı rahimde büyüdüğü kardeşi…
Bacaklarını
kendine çekip yüzünü içine gömdü ve ne yapacağını
bilmeyerek bir süre öylece ağlamaya devam etti. Sanki Wale’siz
hayatının üzerinden asırlar geçmişti. Ailesi hiçbir zaman ona
sıcak davranmamıştı ama William bunu kırılan kalplerine vermiş
ve kendini hep onların kendisini gizliden gizliye sevdiği
düşüncesiyle avutmuştu. Bu yalanın arkasına saklanamayacak
olmak belki de canını en çok acıtan şeydi.
Kendine
kurduğu sahte ama mutlu dünya hızla parçalarına ayrılıyordu.
Tekrar
ayağa kalkıp aynadaki yansımasına baktı. Birkaç dakika
öncesinden tek farkı yanaklarının kırmızı çizgilerle bölünmüş
olmasıydı. Yansıması Wale’miş gibi iyice yaklaşıp “Sana ne
yaptım?” diye fısıldadı. “Bunu bana neden yapıyorsun?”
“Bunu
bana neden yapıyorsun!”
Bunun
hesabını vereceklerdi. Eline dolanan tişörtü umursamadan hızla
odasından çıktı ve salona giden merdivenleri uçarcasına indi.
Ama onu bekleyen sevgili
çekirdek ailesi değil bütün akrabaları ve camia oldu.
Bir sonraki bölüm 15.07.2016'da gelecektir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder