28 Eylül 2015 Pazartesi

Arkada Kalanlar - Bölüm 3

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!

Bölüm 3 – İnsanların en aşağılığı aşık olandır
Beni bırakıp gidebileceğini düşünerek yanılıyorsun sevgilim, benim kalbim bir hapishanedir. Girenin bir daha asla çıkamadığı, soğuk ve karanlık bir hapishane.


“Raimond... Uyan artık...”
Bahar rüzgarı gibi yavaşça yanağını okşayan eli elinin tersiyle itip yüzünü yastığa biraz daha gömdü. Daha uyanmak istemiyordu. Yatağı hiç olmadığı kadar sıcak ve rahattı, tıpkı içi yıpranmış kıyafetlerle doldurulmuş bir ayakkabı kutusuna benziyordu. “Biraz daha Evan.”
Pencere açık olmalıydı çünkü saçlarının arasında serin bir hava dolaşıyordu. Kulaklarına dolan kahkahayı rüzgarda hışırdayan yapraklar süsledi. Kapalı göz kapaklarından içeri giren ışığa bakılırsa çoktan sabah olmuştu. Hatta Evan onu uyandırmaya geldiğine göre öğlen bile olmuş olabilirdi. Evan'ın aksine asla erken uyananlardan olmamıştı.
“Hadi ama, beni biraz daha bekletirsen yalnız başlamak zorunda kalacağım.”
Evan'ın ne demeye çalıştığını anlamıyordu, yine de cevap vermedi. Uyumaya devam etmek istiyordu. Dünyanın sonu gelse bile uyumaya devam edebilirdi. Sonuçta her zaman bu kadar uzun ve derin uyumayı beceremiyordu.
“Madem öyle...”
Raimond sadece soğuk kumaşın örttüğü köprücük kemiklerine değen yumuşak dudakları hissedince ürperdi. Dudaklar hareketlendiğindeyse nefesleri hızlandı. Evan tenini sanki dünyanın en lezzetli şeyiymiş gibi yavaşça ama iştahla tadıyordu. Dişleri omzuyla boynunun birleştiği yere değince gözlerini açtı.
Görüş alanına ilk önce pencerenin dışından onları izleyen ağaçlar ve rüzgarla dans eden beyaz tül perdeler girdi. Sonra içinde bir japon balığının yüzdüğü yere konmuş akvaryum ve birkaç kitabı gördü. Gözleri tembelce iyice yukarı çıkıp kar beyazı çarşaflar ve onun kızarmış tenine eğilmiş kafada dolaştı. Evan'ın düz sarı saçları altın gibi değil de güneşin ta kendisiymiş gibi parıl parıl ve büyüleyiciydi. Raimond'un gözlerini açtığını anlayınca başını ona kaldırdı, sigara dumanı kadar alacalı gri gözleri bütün benliğini doldurdu.
“Günaydın.”
Raimond bu cennete benzeyen odaya nasıl gelmişti? Burası ne onun dağınık, bira şişeleri ve sigara izmaritleriyle kirlenmiş odasına ne de sadece kapı aralığından gördüğü Evan'ınkine benziyordu. Sonra birden bütün olanları hatırladı.
Ellerini Evan'ın deniz köpüğü kadar beyaz omuzlarına yerleştirip onu kendinden uzaklaştırdı. Gerçeklik o kadar fazlaydı ki içine sığmamış ve gözlerinden taşmıştı. “Neden buradasın?” diye sordu titrek bir sesle. “Sen beni terk ettin.”
“Önemli olan şimdi burada olmam değil mi?” Evan ukala bir gülümsemenin yayıldığı dudaklarını gözlerini ondan ayırmadan göğsüne kapattı. “Beni sevdiğini duymak istiyorum.”
Göz yaşları akmak için neyi bekliyordu bilmiyordu ama görüş alanını sevdiği adamın hatlarını kaybedecek kadar bulanıklaştırmıştı. Yavaş yavaş tenini öpmeye devam eden dudaklar karnında o tanıdık elektriklenmeyi hissetmesine neden oluyordu. “Beni sevdiğini söyle...” Odaya giren rüzgar beyaz tülleri bir kez daha uçurdu, içerisi yeni açmış kiraz çiçekleri gibi kokuyordu. Güneş ışınları o kadar parlaktı ki Raimond'un yeni uyanmış gözleri acıyordu.
“Beni seviyorsun.”
Raimond göğsünden başlayan ve kasıklarına kadar inen çizgiyi takip eden dille inlerken başıyla onayladı. Onu seviyordu.
“Beni terk ettin.”
“Sana beni sevdiğini söyle dedim.”
Evan'ın sesi şimdi saldırgan ve asabiydi, tırnaklarını beline batırmıştı. Raimond başını hayır anlamında iki yana salladığında göz yaşları yanaklarından aşağı süzülüp ahşap döşemeye düştü.
“Beni terk ettin...”


“Evan!”
Raimond o kadar hızlı doğruldu ki neredeyse dengesini kaybedip yataktan aşağı düşecekti. Göğsü hızla inip kalkıyordu ve saçları terden sırılsıklamdı. Altındaki çarşafı sıkan ellerini çözüp yüzüne kapadı. Vücudu boğazından yukarı tırmanan hıçkırıklar yüzünden sarsılıyordu. Evan onu bırakmıştı. Gitmişti. Maria ve kızını alıp onu geride bırakmıştı. Hıçkırıkları o kadar güçlenmişti ki zamanla öksürüğe dönüştü.
Yüzüne kapadığı ellerinden birini yumruk yapıp kafasına geçirdi. Ona ağladığı için aptaldı. Onu bırakıp giden birine ağladığı için aptaldı. Onun için hiçbir şey hissetmeyen birine ağladığı için de aptaldı. Dün neler demişti öyle? Bebeğe bakmak, ha? Raimond daha fazla kendini küçük düşürebilir miydi? Kesinlikle hayır.
Hızla kafasına geçirdiği yumruklar yetmeyince tırnaklarını bileğine gömdü, kanatana kadar kendini tırmaladı. Kendine verdiği acının Evan'ın verdiği acının önüne geçmesini umarak tırmaladı. Ta ki göz yaşları kalp kırıklığı yerine acıdan akana kadar tırmaladı. Acı geçici bir şeydi, ne de olsa insanlar gereğinden fazla arsız yaratılmıştı; ama yaralar hep sancırdı. Evan onun kalbindeki en derin yaraydı; asla iyileşmeyecek, asla iyi hissetmesine izin vermeyecek bir yara.
Üstelik şimdi gitmişti.
Aslında on yıl iyi bile dayanmıştı. Kim onun gibi bir çöplükle yaşamak isterdi ki?
Keşke ona layık biri olabilseydi.
Tırnakları aralarına giren etler yüzünden keskinliklerini kaybedince bitkin bir şekilde durdu. Bileklerinden akan sıcak kan pembe güllü çarşafı kırmızıya boyuyordu. Sakinleşmek için derin bir nefes aldığında burnuna sabun ve portakal kokusu doldu.
“Evan tutkulu bir genç olduğun konusunda beni uyarmıştı, ama bu kadarını beklemiyordum doğrusu.”
Raimond başını sağa çevirdiğinde hemen yanı başında oturan Devontae'yle karşılaştı. Üzerinde bu sefer lekeli gri bir tişört vardı ve saçlarını arkasında minik bir topuz yapmıştı. Ne zamandan beri oradaydı? Kanayan bileğini utanarak arkasına saklamaya davrandı. Devontae'nin koyu kahverengi gözleri bir anlığına bileğine kaydıktan sonra kararına saygı duyuyormuş gibi onun gözlerine çıktı. Yüzüne asıl tepkisini saklamak için duygusuz bir ifade yerleşmişti.
“Biliyor musun, banliyöde yaşamanın en iyi yanı kendi meyve sebzelerini yetiştirebiliyor olman. May içlerinden böcek çıktığı için onları yemiyor ama bence sen tatlarına bayılacaksın. Hatta istersen şimdi aşağı inip birkaç şeftali bile toplayabiliriz, üzerinde çalıştığım bir tablo için şeftaliye ihtiyacım var. O tüylü turuncu şeylere küçüklüğümden beri taparım. Sence de çok güzel değiller mi? Her meyve birer gün batımı gibi, sıcak ve aynı zamanda kadınsı bir aromaya sahip. Bu yüzden bence şeftali en erotik meyvedir. Hey, dur nereye gidiyorsun?”
Raimond Devontae'yi dinlemeyi kesip ayaklanmıştı. Bu saçmalıklarla uğraşamayacak kadar kötü durumdaydı. Şu an tek istediği şey en yakın bara gidip parmaklarını hissedemeyecek kadar sarhoş olmaktı. Belki birkaç hap bile bulabilirdi.
“Bunları dinlemek istemiyorum,” diye homurdandı tişörtünü ararken. “Sırf Evan öyle diyor diye sizinle kalacak değilim.”
Devontae de onun gibi ayaklandı, yapılı ama fit bir vücuda sahipti. Yüzündeki çocuksu ifade olmasa tehlikeli bile görünebilirdi. Ellerini siyah eşofmanının ceplerine tıkıp gülümsedi. Pek çekici olmamasına rağmen güzel bir gülümsemesi vardı.
“Bu oda May'in intihar eden kardeşi Ray'e aitti. Salondaki resme nasıl baktığını gördüm, onda kendinden bir şeyler buldun değil mi? May ve ben onu hayata bağlamak için çok uğraştık ama başaramadık. O bu dünya için fazla güzel ve kırılgandı.”
Ona yaklaşıp kanayan bileğini tuttu. “Ama artık dersimizi aldık, beni atlatmak istiyorsan ukala gülümsemeler ve kötü sözlerden daha fazlasına ihtiyacın olacak.”
Raimond bileğini okşayan parmağa çatık kaşlarla cevap verdi. Devontae'nin gözleri altın iplikle süslenmiş gibi şefkat ve sevgiyle parlıyordu. Evan da çocukken ona böyle bakardı. Onu çöplerin arasında bulduğunda Raimond o kadar şaşırmıştı ki, bir insanın böyle bakabileceğini o zamana kadar bilmiyordu. Ona gözlerin sevgiden parladığını öğreten de unutturan da Evan'dı.
“Bunu neden yapıyorsun?” diye fısıldadı yorgun bir sesle.
“Evan senin yaşlarındayken hayatımı kurtarmıştı, ona bunu borçluydum.Ve tabii Ray'e de.”
Raimond bileğini sertçe çekip onun yumuşak dokunuşlarından kurtardı. “Burada kalmayacağım.”
“Öyle mi?”
Raimond sonunda atletini bulmuştu. Sigara kokusunun sindiği kumaş parçasını üstüne geçirdikten sonra “Öyle,” diye homurdandı.
“Ben Evan'ın kölesi değilim, sırf o istedi diye burada kalmayacağım.”
“Doğru, ben istediğim için kalacaksın.”
Raimond kaşlarını çattı, biraz önce duyduğu ses şu gülümseyen ve koca bir oyuncak ayıya benzeyen adamdan mı gelmişti? Çünkü öyle birinden gelemeyecek kadar sert, sinsi ve soğuk çıkmıştı. Zagreus'un külleri, diye geçirdi içinden. O da benim gibi iki tarafın arasında kalmış olmalı. Biraz önce yüzünde aptal bir gülümsemeyle şeftalilerden bahseden ressam gitmiş, yerine yüz hatları korkunç bir kararlılıkla dolmuş daha yaşlı bir adam gelmişti.
“Ne demek istiyorsun?” diye kekeledi.
Devontae kanıyla kirlenmiş parmaklarını tekrar onun bileğine doladı, etini lekeleyen yaralar birer yara izine dönüşecek kadar geçmişti. Raimond şaşkınlıkla bileğini çevreleyen siyah çembere baktı. Düz, ince çizgi bir dövme gibi etine kazınmıştı ve Devontae'nin parmaklarının altında obsidiyenden bir bilezikmiş gibi parlıyordu.
Raimond korkuyla nefesini tuttu.

3 yorum:

  1. Amanın *-* Ama bu çok heyecanlı! Sahip köle ilişkisi mi olacak acep *-* smutlar smutlar, gelsin bir sürü smutlar@.@.@.@.@.@

    YanıtlaSil
  2. Cidden çok güzel ve çok hoşuma giden bir hikaye ama çok uzun zaman önce güncellemişsin. Yayınlanmaya devam edecek mi, yoksa ümidimi kesmeli miyim?

    YanıtlaSil
  3. Ama hikaye çççoooooookkkkkkkkk hoşuma gitti.

    YanıtlaSil