DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!
Bölüm
2 – Yeni bakıcı
Sen
benim melek kanatlı kurtarıcımsın; sağ elinde aşkını, sol
elindeyse zehrini taşıyorsun. Sağ! Sağ elini uzat bana aşkım!
Solundan çok tattım!
Raimond
motor durduğu an uyandı. Nerede olduğunu hatırlamak için
etrafına bakındıktan sonra gözlerini dikiz aynasına çevirdi,
Evan onu uyandırmak zorunda kalmadığı için rahatlamışa
benziyordu. Gözlerini ovaladıktan sonra tembelce kafasını kaşıdı.
Bu, son zamanlarda çektiği en iyi uykuydu. Uyuşturucu ve
alkol yüzünden gözlerinin altındaki patlıcan moru torbalara
alışacak kadar uzun bir süredir uyuyamıyordu.
Evan'ın
sabırsızlığını belli etmek için verdiği sesli nefesi duyunca
ürkek bir çocuk gibi arabadan indi. Daha önce şehrin bu kısmına
hiç gelmemişti. Önlerinde sıralanan iki katlı, ahşap evlere
baktı. Her birinin bahçesi sokak lambalarının ışığında
parlayan bakımlı çimenler ve pahalı çiçeklerle süslenmişti.
Sokağın en ucundaki ev dışında bütün pencereler sanki
uyuyorlarmış gibi karanlıktı. Evan'ı takip etmeye başladığında
görüş alanına giren bisikletlere bakılırsa şehrin
banliyösündelerdi. Raimond böyle bir yere girmek için fazla
serseriydi.
Üç
tekerlekli bisiklet sürüsüne, bahçeye konulan cüce biblolarına
ve çatılardaki horoz şeklindeki rüzgar güllerine büyülenmiş
gibi baktığını fark edince rahatsız oldu. Asla böyle şeyleri
olmamıştı. Gerçek ailesiyle olan hayatını hatırlamıyordu,
Evan'sa ne kadar çalışsa da ona bu kadar pembe bir hayat
verememişti. Bu yüzden bütün bunları kıskanıyor mu yoksa saçma
mı buluyor anlayamadı.
Bahçesinde
köpek kulübesi olan evin önünden geçerken kendini tutamayıp bir
süreliğine durdu. Bir kedi-insan olmasına rağmen köpeği
olmasını çok isterdi. Bazen artık bir köpek alabilecek kadar
parası olduğunu kendine hatırlatıyor ama harekete geçemiyordu.
Köpek onun küçüklüğüne ait bir hayaldi, artık gerçekleştirmek
için fazla büyük ve ruhsuzdu.
Banliyönün
temiz havası Raimond'un şehir havasına alışmış ciğerlerini
yakıyordu, gökyüzü burada yıldızlarla kaplıydı ve etrafta
arabaların aksine sadece ateş böcekleri ses çıkarıyordu.
Evin
Barbie perdeli penceresine baktı, oyuncağına sarılmış uyuyan
çocuğu hayal edebiliyordu. Ne kadar şanslı olduğundan haberi
bile yoktu. Raimond onun gibi yan odada yatan iki ebeveyn ve aşağıda
onu bekleyen bir köpeği olmasını ne kadar da isterdi. Her çocuk
gördüğünde olduğu gibi, şimdi de aklına kendi ailesi gelmişti.
Onu
neden bırakmışlardı ki?
Birkaç
adım ilerisinde onu bekleyen Evan sessizliğini koruyordu, Raimond
onun saygısından değil umursamazlığından sustuğuna emindi.
Yanaklarından aşağı süzülen yaşları silip yürümeye devam
etti. Asla sahip olamayacağı şeyleri hayal edip durmak, asla
bilemeyeceği şeyleri merak etmek kadar boş bir uğraştı.
Attığı
her adımla merakı daha da artıyordu. Evan da en az Raimond kadar
belalı bir tipti, hatta son zamanlarda başı Raimond'dan daha çok
belaya giriyordu. Nasıl oluyordu da Evan gibi bir serserinin
banliyöden bir arkadaşı olabiliyordu? Gerçi Evan arkadaş
olduklarını söylememişti ama Raimond en olası seçeneğin o olduğu
kanısındaydı.
“Madem
son eve kadar yürüyecektik, neden arabayı oraya park ettin?”
diye homurdandı.
Evan
omuz silkti, “Bilmem, o öyle istedi.”
Evan
önlerindeki ahşap kapıyı iki kere tıklattıktan sonra “İçeride
uslu bir çocuk olmanı istiyorum, tamam mı?” diye sordu.
Raimond'ın aklına sadist ve mazoşistlerin olduğu fanteziler
gelmişti. “İçeride küfür etmeni ya da bir şeyleri kırıp
dökmeni istemiyorum.”
“Demek
beni sinirlendirecek biriyle tanışacağım.”
Evan
karşılık verme fırsatı bulamadan kapı açıldı, önlerinde
ikisinden de kısa bir kadın duruyordu. Üzerindeki mavi çiçekli
elbise ve beyaz terlik kombinasyonuna bakılırsa yatmaya
hazırlanıyordu. O kadar temiz görünüyordu ki Raimond üzerinde
kanlı bir atlet ve siyah, dar bir pantolon olduğu için utandı,
Evan'sa gözlerini kadına değil içeri dikmişti.
“Merhaba
May, Devontae içeride değil mi?”
Kadın
en fazla yirmi beş yaşında gibi gösteriyordu ama gelenleri görür
görmez en az beş yıl yaşlanmıştı.
“İçeride,
hadi gelin.” Kadının kahverengi gözlerindeki hoşnutsuzluk
sesine yansımıştı.
Raimond'un
burada istenmediğini anlayamaması için aptal olması gerekiyordu.
Sesindeki sertliği anlamasa bile onu süzen gözlerindeki küçümser
ışıltıyı görmemek imkansızdı. Banliyöde yaşayanların çok
daha sıcak kanlı olması gerekmiyor muydu? Eğer Evan içeri
girmese, Raimond sonsuza kadar kötü bir şey yapmış bir çocuk
gibi başı önde kapının önünde durabilirdi. İçerisi tıpkı
kadın gibi temiz ve sadeydi.
Beyaz
koltuklar bej yastık ve örtülerle süslenmiş, ortada duran
masanın üstüne sadece birkaç dergi bırakılmıştı. Duvarları
süsleyen tablolarsa bu kadar basit bir banliyö evine uymayacak
kadar... korkunçtu.
Raimond
sadece birkaçına bakabilmişti, en çok ilgisini çeken İsa gibi
kolları iki yana açılmış bir çıplak erkek figürüydü. Her
yerinden kemikler fırlamış vücudu
bembeyazdı; bu yüzden
yaralarından akan kan ve onu saran sarmaşıklar olduğundan çok
daha canlı görünüyordu. Adamın gözleri kapalıydı ve kanlı
yaşlarla süslenmişti, kalbinden vücudunu saran sarmaşıklar
çıkıyordu. Ama tablonun en can alıcı kısmı arka plandaki
hastalıklı kalpti. Adam çarmıh yerine bu siyah damarlı kalbe
gerilmişti.
“Evan,
hoş geldin.”
Kulaklarına
dolan yumuşacık sesin kaynağını görmek için arkasını döndü.
Salonun
girişinde genç bir adam duruyordu. Kahverengi gür saçları
dalgalı ve ışıl ışıldı, gözleriyse saçlarından çok daha
koyu bir kahverengiydi ve bir erkeğe göre oldukça iriydi. Kalın
dudakları ve biraz irice bir burnu vardı. İncecik boynu ucu
görünmeyen bir kolyeyle süslenmişti, üstünde sadece basit bir
siyah gömlek ve kot pantolon vardı. Bu klasik insan vücudunu biraz
dikkate değer yapan tek şey gözlerindeki ışıltıydı.
Ve
tabii her yerindeki boya izleri.
Raimond'un
ona baktığını görünce yüzüne parlak bir gülümseme
yerleştirip ona doğru bir adım attı, bir yandan da pantolonun
içine sıkıştırdığı pis bezle ellerindeki boyayı temizlemeye
çalışıyordu. Ovuşturmaktan kıpkırmızı kesilen elini ona
uzatırken “Sonunda tanışabildiğimiz için çok mutluyum,”
diye şakıdı.
Raimond
ona uzatılan eli sanki zehirli bir şeymiş gibi korkuyla kavradı.
Gözleri, onu süzen ışıltılı gözlerde değil Evan'daydı. Evan
onun çaresiz bakışlarını anlamış gibi ikisine yaklaşıp “Seni
dostum Devontae'yla tanıştırayım,” diye söze başladı.
“Bundan sonra o ve karısı May'le kalacaksın.”
Elini
elektrik çarpmış gibi Devontae'nin elinden sertçe kurtarıp
geriledi.
Dudaklarından
sadece bir kelime çıkabildi, “Ne?”
Evan
sanki ondan su istiyormuş gibi umursamaz bir sesle “Ben
gidiyorum,” diye tekrarladı.
“Ne
demek gidiyorum!” Evan içeri girmeden önce uslu bir çocuk
olmasını tembihlemişti, ama sesini değil vücudunu bile kontrol
edemiyordu. Titremeye başlamıştı, üstelik başı dönüyordu.
Sanki biraz önce kalbi yerinden çıkarılmıştı ve vücudu can
çekişiyordu.
“Raimond...”
Evan ona değil yerdeki kilime bakıyordu. “Meclis Robert'ın
Yeri'ne sattığım kaçak etleri bulmuş, peşimdeler. Kaçmam
gerekiyor.”
“Tamam!”
diye atıldı, yaşlar çoktan gözlerinden aşağı akmaya
başlamıştı. “Bu seninle ilk kaçışımız değil! Yemin ederim
sana hiç zorluk çıkarmam, hatta biri bizi yakalarsa kendimi feda
bile ede-”
“Maria
hamile.”
Raimond neredeyse yere düşecekti.
Şimdi bir de bebekleri mi olacaktı? Hıçkırıkları boğazını
yırtacak kadar gürültülü ve acılıydı, yine de kalbinde
hissettiği acının yanında hafif bir gıdıklama gibi kalmıştı.
Yine “Tamam,” dedi. “Siz
yokken bebeğe bakarım, onu beslerim. Evde temizlik yaparım. Evan
beni bırakamazsın, lütfen.... Çocuğu gezdiririm, ona abilik
yaparım. Okuldan alırım. Evan! Lütfen!” Yere çöktü, onu
izleyen evli çift umurunda bile değildi. Sevdiği adamın çocuğa
bakmayı teklif edecek kadar düşmüştü ne de olsa. “Beni
bırakırsan, ölürüm. Bunu biliyorsun! İlk fırsatta kendimi yine
uyuşturucuya veririm. Bununla yaşayabilir misin?”
Zar zor yerden kalkıp kaşları
çatık bir şekilde kilime bakmaya devam eden
Evan'ın yakasına
yapıştı. “Beni neden eskisi gibi sevmiyorsun? Ne yaptım?
Bunların hepsi erkeklerle yattığım için mi? Beni bırakırsan
yemin ederim kendimi öldürürüm! Söz veriyorum, uyuşturucuyu
bırakacağım, bebeğe zarar verecek hiçbir şey yapmam.”
Evan onu tutan ellerini kavrayıp
kendinden uzaklaştırdı. Yüzündeki ifade, sanki mümkünmüş
gibi daha da kötü hissetmesine neden oluyordu. Raimond az önce
ölmüştü ama Evan umursamıyor gibiydi.
“Artık otuz yaşındaydım
Raimond, kendi hayatımı kurmak istiyorum. Kaçıp Maria'yla
evlenecek ve kızımıza iyi bir baba olacağım. Artık ailemde sana
yer yok.”
Evan sanki onu uçurumdan aşağı
itmişti, Raimond suya çarpmış ve paramparça olmuş gibi
hissediyordu. Kulakları uğulduyor, oksijen ciğerlerine girmemek
için onunla savaşıyordu. Gözünün önünde dans eden siyah
noktalar vardı. Bu anın geleceğini hiç düşünmemişti. Ne
yaparsa yapsın Evan onu affederdi, tıpkı Raimond'un onu affettiği
gibi.
Kendini bildi bileli onunlaydı,
Evan olmazsa Raimond yok olurdu. Bunu biliyordu.
Evan'sız bir hiçti.
Evan'ı bir kolunda Maria, diğer
kolundaysa sarışın bir bebekle hayal etti. Ne kadar mutlu, ne
kadar da huzurlu görünüyordu. Hatta her zaman çatık duran kaşları bile gevşeyip yay şeklini almıştı. Kendi kendine oluşturduğu tablo o
kadar tamamlanmıştı ki...Raimond'a gerçekten yer yoktu. Evan
artık bir asalak istemiyordu.
“Lütfen...” diye fısıldadı
bir kez daha.
Yine yere çökmüştü,
ellerinin üstünde duruyordu. Başı öne eğikti, bu açıdan
sadece yere düşen
göz yaşlarını görebiliyordu.
“May sana kardeşinin odasını
vermeye gönüllü oldu. Onların evinde kalıp Devontae'nin
menajerliğini yapacaksın, kendisi dünyaca ünlü bir ressam.
Umarım sana sunduğum bu fırsatın değerini bilirsin.”
“Seninle aç kalmayı tercih
ederim.”
“Böyle bir şey olmayacak.”
Evan acıyan gözlerle onu
izleyen Devontae'nin omzuna dokunduktan sonra ondan uzaklaşmaya
başladı. Raimond ayaklanıp onu yakalamaya davrandı ama daha fazla
dayanamamıştı, gözleri karardı.