9 Eylül 2015 Çarşamba

Arkada Kalanlar - Bölüm 2

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!

Bölüm 2 – Yeni bakıcı
Sen benim melek kanatlı kurtarıcımsın; sağ elinde aşkını, sol elindeyse zehrini taşıyorsun. Sağ! Sağ elini uzat bana aşkım! Solundan çok tattım!


Raimond motor durduğu an uyandı. Nerede olduğunu hatırlamak için etrafına bakındıktan sonra gözlerini dikiz aynasına çevirdi, Evan onu uyandırmak zorunda kalmadığı için rahatlamışa benziyordu. Gözlerini ovaladıktan sonra tembelce kafasını kaşıdı. Bu, son zamanlarda çektiği en iyi uykuydu. Uyuşturucu ve alkol yüzünden gözlerinin altındaki patlıcan moru torbalara alışacak kadar uzun bir süredir uyuyamıyordu.
Evan'ın sabırsızlığını belli etmek için verdiği sesli nefesi duyunca ürkek bir çocuk gibi arabadan indi. Daha önce şehrin bu kısmına hiç gelmemişti. Önlerinde sıralanan iki katlı, ahşap evlere baktı. Her birinin bahçesi sokak lambalarının ışığında parlayan bakımlı çimenler ve pahalı çiçeklerle süslenmişti. Sokağın en ucundaki ev dışında bütün pencereler sanki uyuyorlarmış gibi karanlıktı. Evan'ı takip etmeye başladığında görüş alanına giren bisikletlere bakılırsa şehrin banliyösündelerdi. Raimond böyle bir yere girmek için fazla serseriydi.
Üç tekerlekli bisiklet sürüsüne, bahçeye konulan cüce biblolarına ve çatılardaki horoz şeklindeki rüzgar güllerine büyülenmiş gibi baktığını fark edince rahatsız oldu. Asla böyle şeyleri olmamıştı. Gerçek ailesiyle olan hayatını hatırlamıyordu, Evan'sa ne kadar çalışsa da ona bu kadar pembe bir hayat verememişti. Bu yüzden bütün bunları kıskanıyor mu yoksa saçma mı buluyor anlayamadı.
Bahçesinde köpek kulübesi olan evin önünden geçerken kendini tutamayıp bir süreliğine durdu. Bir kedi-insan olmasına rağmen köpeği olmasını çok isterdi. Bazen artık bir köpek alabilecek kadar parası olduğunu kendine hatırlatıyor ama harekete geçemiyordu. Köpek onun küçüklüğüne ait bir hayaldi, artık gerçekleştirmek için fazla büyük ve ruhsuzdu.
Banliyönün temiz havası Raimond'un şehir havasına alışmış ciğerlerini yakıyordu, gökyüzü burada yıldızlarla kaplıydı ve etrafta arabaların aksine sadece ateş böcekleri ses çıkarıyordu.
Evin Barbie perdeli penceresine baktı, oyuncağına sarılmış uyuyan çocuğu hayal edebiliyordu. Ne kadar şanslı olduğundan haberi bile yoktu. Raimond onun gibi yan odada yatan iki ebeveyn ve aşağıda onu bekleyen bir köpeği olmasını ne kadar da isterdi. Her çocuk gördüğünde olduğu gibi, şimdi de aklına kendi ailesi gelmişti.
Onu neden bırakmışlardı ki?
Birkaç adım ilerisinde onu bekleyen Evan sessizliğini koruyordu, Raimond onun saygısından değil umursamazlığından sustuğuna emindi. Yanaklarından aşağı süzülen yaşları silip yürümeye devam etti. Asla sahip olamayacağı şeyleri hayal edip durmak, asla bilemeyeceği şeyleri merak etmek kadar boş bir uğraştı.
Attığı her adımla merakı daha da artıyordu. Evan da en az Raimond kadar belalı bir tipti, hatta son zamanlarda başı Raimond'dan daha çok belaya giriyordu. Nasıl oluyordu da Evan gibi bir serserinin banliyöden bir arkadaşı olabiliyordu? Gerçi Evan arkadaş olduklarını söylememişti ama Raimond en olası seçeneğin o olduğu kanısındaydı.
“Madem son eve kadar yürüyecektik, neden arabayı oraya park ettin?” diye homurdandı.
Evan omuz silkti, “Bilmem, o öyle istedi.”
Evan önlerindeki ahşap kapıyı iki kere tıklattıktan sonra “İçeride uslu bir çocuk olmanı istiyorum, tamam mı?” diye sordu. Raimond'ın aklına sadist ve mazoşistlerin olduğu fanteziler gelmişti. “İçeride küfür etmeni ya da bir şeyleri kırıp dökmeni istemiyorum.”
“Demek beni sinirlendirecek biriyle tanışacağım.”
Evan karşılık verme fırsatı bulamadan kapı açıldı, önlerinde ikisinden de kısa bir kadın duruyordu. Üzerindeki mavi çiçekli elbise ve beyaz terlik kombinasyonuna bakılırsa yatmaya hazırlanıyordu. O kadar temiz görünüyordu ki Raimond üzerinde kanlı bir atlet ve siyah, dar bir pantolon olduğu için utandı, Evan'sa gözlerini kadına değil içeri dikmişti.
“Merhaba May, Devontae içeride değil mi?”
Kadın en fazla yirmi beş yaşında gibi gösteriyordu ama gelenleri görür görmez en az beş yıl yaşlanmıştı.
“İçeride, hadi gelin.” Kadının kahverengi gözlerindeki hoşnutsuzluk sesine yansımıştı.
Raimond'un burada istenmediğini anlayamaması için aptal olması gerekiyordu. Sesindeki sertliği anlamasa bile onu süzen gözlerindeki küçümser ışıltıyı görmemek imkansızdı. Banliyöde yaşayanların çok daha sıcak kanlı olması gerekmiyor muydu? Eğer Evan içeri girmese, Raimond sonsuza kadar kötü bir şey yapmış bir çocuk gibi başı önde kapının önünde durabilirdi. İçerisi tıpkı kadın gibi temiz ve sadeydi.
Beyaz koltuklar bej yastık ve örtülerle süslenmiş, ortada duran masanın üstüne sadece birkaç dergi bırakılmıştı. Duvarları süsleyen tablolarsa bu kadar basit bir banliyö evine uymayacak kadar... korkunçtu.
Raimond sadece birkaçına bakabilmişti, en çok ilgisini çeken İsa gibi kolları iki yana açılmış bir çıplak erkek figürüydü. Her yerinden kemikler fırlamış vücudu bembeyazdı; bu yüzden yaralarından akan kan ve onu saran sarmaşıklar olduğundan çok daha canlı görünüyordu. Adamın gözleri kapalıydı ve kanlı yaşlarla süslenmişti, kalbinden vücudunu saran sarmaşıklar çıkıyordu. Ama tablonun en can alıcı kısmı arka plandaki hastalıklı kalpti. Adam çarmıh yerine bu siyah damarlı kalbe gerilmişti.
“Evan, hoş geldin.”
Kulaklarına dolan yumuşacık sesin kaynağını görmek için arkasını döndü.
Salonun girişinde genç bir adam duruyordu. Kahverengi gür saçları dalgalı ve ışıl ışıldı, gözleriyse saçlarından çok daha koyu bir kahverengiydi ve bir erkeğe göre oldukça iriydi. Kalın dudakları ve biraz irice bir burnu vardı. İncecik boynu ucu görünmeyen bir kolyeyle süslenmişti, üstünde sadece basit bir siyah gömlek ve kot pantolon vardı. Bu klasik insan vücudunu biraz dikkate değer yapan tek şey gözlerindeki ışıltıydı.
Ve tabii her yerindeki boya izleri.
Raimond'un ona baktığını görünce yüzüne parlak bir gülümseme yerleştirip ona doğru bir adım attı, bir yandan da pantolonun içine sıkıştırdığı pis bezle ellerindeki boyayı temizlemeye çalışıyordu. Ovuşturmaktan kıpkırmızı kesilen elini ona uzatırken “Sonunda tanışabildiğimiz için çok mutluyum,” diye şakıdı.
Raimond ona uzatılan eli sanki zehirli bir şeymiş gibi korkuyla kavradı. Gözleri, onu süzen ışıltılı gözlerde değil Evan'daydı. Evan onun çaresiz bakışlarını anlamış gibi ikisine yaklaşıp “Seni dostum Devontae'yla tanıştırayım,” diye söze başladı. “Bundan sonra o ve karısı May'le kalacaksın.”
Elini elektrik çarpmış gibi Devontae'nin elinden sertçe kurtarıp geriledi.
Dudaklarından sadece bir kelime çıkabildi, “Ne?”
Evan sanki ondan su istiyormuş gibi umursamaz bir sesle “Ben gidiyorum,” diye tekrarladı.
“Ne demek gidiyorum!” Evan içeri girmeden önce uslu bir çocuk olmasını tembihlemişti, ama sesini değil vücudunu bile kontrol edemiyordu. Titremeye başlamıştı, üstelik başı dönüyordu. Sanki biraz önce kalbi yerinden çıkarılmıştı ve vücudu can çekişiyordu.
“Raimond...” Evan ona değil yerdeki kilime bakıyordu. “Meclis Robert'ın Yeri'ne sattığım kaçak etleri bulmuş, peşimdeler. Kaçmam gerekiyor.”
“Tamam!” diye atıldı, yaşlar çoktan gözlerinden aşağı akmaya başlamıştı. “Bu seninle ilk kaçışımız değil! Yemin ederim sana hiç zorluk çıkarmam, hatta biri bizi yakalarsa kendimi feda bile ede-”
Maria hamile.”
Raimond neredeyse yere düşecekti. Şimdi bir de bebekleri mi olacaktı? Hıçkırıkları boğazını yırtacak kadar gürültülü ve acılıydı, yine de kalbinde hissettiği acının yanında hafif bir gıdıklama gibi kalmıştı.
Yine “Tamam,” dedi. “Siz yokken bebeğe bakarım, onu beslerim. Evde temizlik yaparım. Evan beni bırakamazsın, lütfen.... Çocuğu gezdiririm, ona abilik yaparım. Okuldan alırım. Evan! Lütfen!” Yere çöktü, onu izleyen evli çift umurunda bile değildi. Sevdiği adamın çocuğa bakmayı teklif edecek kadar düşmüştü ne de olsa. “Beni bırakırsan, ölürüm. Bunu biliyorsun! İlk fırsatta kendimi yine uyuşturucuya veririm. Bununla yaşayabilir misin?”
Zar zor yerden kalkıp kaşları çatık bir şekilde kilime bakmaya devam eden
Evan'ın yakasına yapıştı. “Beni neden eskisi gibi sevmiyorsun? Ne yaptım? Bunların hepsi erkeklerle yattığım için mi? Beni bırakırsan yemin ederim kendimi öldürürüm! Söz veriyorum, uyuşturucuyu bırakacağım, bebeğe zarar verecek hiçbir şey yapmam.”
Evan onu tutan ellerini kavrayıp kendinden uzaklaştırdı. Yüzündeki ifade, sanki mümkünmüş gibi daha da kötü hissetmesine neden oluyordu. Raimond az önce ölmüştü ama Evan umursamıyor gibiydi.
“Artık otuz yaşındaydım Raimond, kendi hayatımı kurmak istiyorum. Kaçıp Maria'yla evlenecek ve kızımıza iyi bir baba olacağım. Artık ailemde sana yer yok.”
Evan sanki onu uçurumdan aşağı itmişti, Raimond suya çarpmış ve paramparça olmuş gibi hissediyordu. Kulakları uğulduyor, oksijen ciğerlerine girmemek için onunla savaşıyordu. Gözünün önünde dans eden siyah noktalar vardı. Bu anın geleceğini hiç düşünmemişti. Ne yaparsa yapsın Evan onu affederdi, tıpkı Raimond'un onu affettiği gibi.
Kendini bildi bileli onunlaydı, Evan olmazsa Raimond yok olurdu. Bunu biliyordu.
Evan'sız bir hiçti.
Evan'ı bir kolunda Maria, diğer kolundaysa sarışın bir bebekle hayal etti. Ne kadar mutlu, ne kadar da huzurlu görünüyordu. Hatta her zaman çatık duran kaşları bile gevşeyip yay şeklini almıştı. Kendi kendine oluşturduğu tablo o kadar tamamlanmıştı ki...Raimond'a gerçekten yer yoktu. Evan artık bir asalak istemiyordu.
“Lütfen...” diye fısıldadı bir kez daha.
Yine yere çökmüştü, ellerinin üstünde duruyordu. Başı öne eğikti, bu açıdan sadece yere düşen
göz yaşlarını görebiliyordu.
“May sana kardeşinin odasını vermeye gönüllü oldu. Onların evinde kalıp Devontae'nin menajerliğini yapacaksın, kendisi dünyaca ünlü bir ressam. Umarım sana sunduğum bu fırsatın değerini bilirsin.”
“Seninle aç kalmayı tercih ederim.”
“Böyle bir şey olmayacak.”
Evan acıyan gözlerle onu izleyen Devontae'nin omzuna dokunduktan sonra ondan uzaklaşmaya başladı. Raimond ayaklanıp onu yakalamaya davrandı ama daha fazla dayanamamıştı, gözleri karardı.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder