7 Temmuz 2016 Perşembe

Arkada Kalanlar - Bölüm 4

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!

Bölüm 4 – Yasal köle

Cadı kelepçesi...
Raimond daha önce bu büyüyü sadece iblislerin kölelerinin bileklerinde görmüştü. İblisler kölelerine hem işkence etmek hem de istedikleri her şeyi yaptırabilmek için bu büyüyü yaparlardı. Bu büyüye maruz kalan köleler eğer sahibinin dediğini yapmazsa bedelini ya kanıyla ya da ruhuyla öderdi. Bir keresinde Evan'la içerideki herkesin ya köle ya da iblis olduğu bir bara gitmişlerdi. Bara sinen umutsuzluk, nefret ve çaresizliği hala hatırlıyordu. Kölelerden biri gözlerinin önünde kendi göğsünü kesip yemek zorunda kalmıştı.
Şimdi aynı lanet onun bileğinde parlıyordu.
“Bu yasak,” diye fısıldadı dehşetle. “Meclis bu büyüyü yasakladı.”
Devontae bileğini okşamaya devam ediyordu. Topuzundan kurtulan birkaç saç yüzüne düşmüştü, yine de Raimond onun düşüncelerle buğulanmış gözlerini görebiliyordu. Bir şeyleri tartıyor olmalıydı. Raimond kelepçe büyüsünün köleler kadar sahipleri de etkilediğini duymuştu. Başka birini kontrol edebilmenin verdiği güç bir yerden sonra sahipleri delirtiyordu. İblisler zaten çıldırmıştı, peki ya Devontae? Raimond onun da bu büyünün gücünden korktuğunu hissetti.
“Evan öbür türlü seni kontrol edemeyeceğimi söyledi,” diye cevap verdi Devontae aynı kısık sesle. “Ve suç olmaması için senin imzanı taklit etti.”
Yatağa geri çöktü, bileği hala Devontae'nin elinde olduğu için onun da oturması gerekmişti. “Bunu yaptığına inanamıyorum.”
“O sadece kendini öldürmeyeceğinden emin olmak istiyor.”
Burnu tekrar sızlamaya başladığına göre gözyaşları çok uzağında değildi. Gözlerini Devontae'nin gözlerine dikip “Ya da onun peşinden gelemeyeceğimden emin olmak istiyordur,” diye mırıldandı.
Devontae bir süre ne diyeceğini bilmediği için rahatsızca kıpırdandıktan sonra elini onun terden birbirine yapışmış saçlarına gömdü. İçi beklemediği bir sıcaklıkla dolmuştu, içgüdüsel olarak onu daha rahat sevebilsin diye başını biraz yana eğdi. Bu hareketi genç adamın yüzünde çelimsiz bir gülümsemenin belirmesine neden olmuştu.
“Siz kedi-insanlar gerçekten kediye benziyorsunuz.”
Raimond berbat bir halde olmasa gülebilirdi. “Peki ya sen?” diye sordu. “Hiç Yeraltındanmış gibi durmuyorsun.”
“Değilim zaten, ben sadece arada sırada ileri gelen Meclis ailelerinin resimlerini yapan bir insanım. May de insan.”
Kaşlarını çattı. “Madem Yeraltıyla bir alakanız yok, Evan nasıl hayatını kurtardı?”
Saçlarının arasındaki el durunca yanlış bir şey sorduğunu anladı. Evan'ın onu alıştırdığı bir eziklikle hemen özür dilemeye hazırlanıyordu ki Devontae “Bunu başka bir zaman anlatırım,” diyerek konuyu kapadı. Yine de yüz hatları kararmış ve gözleri koyulaşmıştı. Saçlarının arasında hareket etmeye kaldığı yerden devam eden eli sertleşmiş ve ritmini kaybetmişti. Raimond biraz canı yansa da ses çıkarmadı. Zaten çıkarsa da Devontae'nin duyacağından emin değildi, geçmişe dalmış olmalıydı.
Bir süre öylece oturdular. Devontae farkında olmadan onun saçlarını çekti, Raimond da zaten acı çekmeyi istediği için susup odayı inceledi. Onları bu trans halinden çıkaran üzerinde bir mutfak önlüğüyle kapının önünde beliren Mary oldu. Yüzünde dünkü küçümseme ve hoşnutsuzluktan eser yoktu, sevecen bir sesle “Yemek hazır,” diye mırıldandı.
Belki de Evan'dan hoşlanmıyordur, diye düşündü. Devontae gözlerini kırpıştırıp ayaklandı. “Yemekten sonra da sinemaya gideriz, olur mu?”
Raimond kaşlarını çattı. Devontae'nin eli saçlarından çıkar çıkmaz gerçeklik bütün acılığıyla üstüne çökmüştü. Ne yapıyordu böyle? Evan'ın onu kullanılmış bir kıyafet gibi bıraktığı evde evcilik mi oynayacaktı? Devontae ve May'in intihar eden Ray'lerinin yerini doldurarak mı hayatına devam edecekti? Hiç sanmıyordu.
Olabildiğince sert bir sesle “Ben gidiyorum,” dedi. “Siz çok iyi insanlara benziyorsunuz ama Evan'ın istediğini yapmayacağım.”
May ve Devontae birbirine baktı, şaşırmışa benzemiyorlardı. Devontae “Bugün gidebilirsin, ama yarın sabah uyandığımda seni kahvaltı masasında görmek istiyorum,” diye mırladı.
Raimond güldü, “Dediğimi duymuyor musunuz? Ben gidiyorum!”
“Sen de herhalde bileğindeki büyüyü unutuyorsun,” diye karşılık verdi Devontae keyifle. Evet, işte bu Evan'ın ona yaptığı son kötülüktü. Tamamen kapana kısılmıştı. Bileğinde parlayan büyünün ağırlığı bir taş gibi onu aşağı çekiyordu. Korku, öfke ve çaresizlikle dolan gözlerle önce Devontae'nin şefkatle yumuşamış yüzüne, sonra da acımayla dolmuş May'inkine baktı. Tek bir kelime daha etmeden ikisinin arasından geçip odadan çıktı. Yuvarlanır gibi merdivenleri indi ve Evan'ın onu terk ettiği salona kısa bir bakış attıktan sonra kendini evden dışarı attı.
Etraf çim biçen babalar, birbirini kovalayan çocuklar ve bir kenarda tariflerini değiş tokuş eden annelerle doluydu. Yerinde donup kalmıştı. Cennete benzeyen bu banliyö Raimond için Cehennemden başka bir şey değildi. Sanki Tanrı sahip olamadığı ve olamayacağı ne kadar şey varsa hepsini bu sokağa doldurmuştu.
Güneş tepede parlıyordu. Çocuklar gülüyordu. Raimond'un kalbi mi hızlanmıştı? Hepsi belli bir saate kurulmuş olan fıskiyeler birden açıldı. Çocuklar suların altında koşuşturuyordu. Annelerden biri turta tarifini anlatıyordu. Ah, hiç iyi değildi. Bir şeyin dar pantolonun paçasını kavramaya çalıştığını hissedince arkasına döndü.

Bir köpek.
Bir çığlık atıp koşmaya başladı. Banliyö sakinlerinin onu garipseyen bakışları umurunda değildi. Havlayarak onu kovalayan köpek de. Sanki onu üzen, ağlatan ve bazen ölümün kıyısına kadar iten her şeyden kaçabilirmiş gibi koştu. Ailesinden, Evan'dan, Devontae ve May'den kaçabilirmiş gibi koştu.
Kendinden kaçabilirmiş gibi koştu.


Yeni bölüm üç gün sonra 11.07.2016'da gelecektir!

2 yorum: