12 Kasım 2015 Perşembe

Oceanaphile - Bölüm 2

DİKKAT: BU HİKAYE İKİ ERKEĞİN ARASINDAKİ ROMANTİZMİ ELE ALMAKTADIR, RAHATSIZ OLANLARIN OKUMAMASI ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR!!
Bölüm 2 – Derinlik sarhoşluğu
Beni tutsak eden bu mutsuzluk ağlarından kurtar! Beni serbest bırak!


Deniz dünyadaki en şaşırtıcı şeylerden biriydi. Europa milyonlarca yıl denizin altında kalsa bile hala onu şaşırtabilecek bir şeyler bulabileceğinden emindi. Çünkü deniz böyleydi; içinde ne sakladığını asla tam olarak size söylemez, sizin hayal etmenize izin verirdi. Bu yüzden o cam mavisi dalgaların arasında neler olabileceğini düşünmek ona ayrı bir haz veriyordu. Hatta, kıyıda geçirdiği birkaç sessiz saatin sonunda Europa bir şey hayal etmek zorunda gibi hissediyor, ama o 'bir şey'in ne olduğunu çıkaramıyordu.
Bu zorundalık hissi onu hayal gücünün sınırlarını zorlamaya itiyordu, öyle ki Europa dalgaların arasından uzaylı kıyafeti giyen inekleri taşıyan bir gemi çıksa bile yadırgamayacağını düşünmüştü hep.
Oysa şimdi, denizin ortasına görünmeyen bir kancayla sallandırılmış gibi dururken yanıldığını anlıyordu. Vücudunun kaskatı kesilmesine, gözlerinin irileşmesine ve sersemlemesine neden olan şey kesinlikle yadırgayacağı türden bir şaşkınlıktı.
Europa genç adamın aralarında şeffaf bir derinin dalgalandığı parmaklarıyla ağı yırtmaya çalışmasını boş gözlerle izliyordu. Gördüğü şeye bilimsel bir açıklama arıyor, ama hiçbir şey bulamıyordu. Genç adam suda kırılan güneş ışıklarının oynaştığı güzel oval yüzü, yüzünü bir hare gibi saran siyah saçları ve deniz kadar parlak mavi gözleriyle en az onun kadar insana benziyordu. Üstelik yüzü Europa'nın gözlerini aşağı kaydırmasını engelleyecek kadar güzeldi. Çıkık elmacık kemikleri, hafif çekik gözleri ve vişneye çalan koyu dudaklarıyla onda öyle bir uyum vardı ki diğer her şey gözüne kaotik gelmişti. Güzelliğinin etkisinden kurtulduğunda bakışlarını aşağı indirdi; gözleri büyük bir açlıkla onun derisini yumuşacık bir örtü gibi kaplayan mavi dokuyu yuttu, bu mavi doku kasıklarına doğru iyice koyulaşıyor ve turkuaz bir kuyruğa dönüşüyordu. Şu ana kadar gördüğü bütün kurgusal denizinsanlarının kuyrukları pul puldu, ama karşısındaki kuyruk pullarla kaplanamayacak kadar kaygan ve pürüzsüz görünüyordu. Başını hareket ettirmeye cesaret edemediği için kuyruğunun bitimindeki kısmı sadece mavi-mor ışıklar saçan zarif bir yelpaze olarak görebiliyordu.
Denizadamı da tıpkı onun gibi şaşkınlık ve meraktan irileşmiş gözlerle onu süzüyordu. Kaşlarını çattı, gözleri azot sayacına kaymıştı. Değerler normaldi, o zaman sarhoş değildi.
Denizadamı gerçekten gerçekti.
Gerilediğini ancak kafasının içinde tanıdık olmayan bir ses duyduğunda fark etti. Uğultulu ama ince ses ona gitmemesini söylemişti. Eğer oksijen tüpüne bağlı bir aparat olmasa ağzı şaşkınlıktan açılabilirdi. Bir denizadamından daha garip bir şey varsa o da telepati yoluyla konuşabilen bir denizadamıydı. Sırada ne vardı? Uçan ananaslar mı?
Şu ağlardan kurtulmama yardım et.
Europa üzerine düşünmeden kemerine asılı bıçağa davrandı. Kısa bir tereddütten sonra ona iyice sokulup ağı kesmeye koyuldu. Ne kadar kendine zarar vermemek için bıçağa dikkat etmesi gerekse de gözlerini onu izleyen yaratıktan alamıyordu. İçinde daha önce varlığını hiç bilmediği şeyler uyanmıştı. Ruhu hayal görmediğinin bilincinde, büyülenmişti.
Bir yerden sonra Europa sadece ağları inceltmekle uğraşır hale gelmişti, çünkü denizadamı bakışlarıyla ondan izin aldıktan sonra ağları kopartmaya başlamıştı. Ufalanıp yavaşça derinliklere karışan her ağ parçasıyla biraz daha heyecanlandığını hissediyordu. Denizadamı ağlardan tamamen kurtulduğunda ne olacaktı?
Europa ne umması gerektiğini bile bilmiyordu.
Zaman durmuş gibiydi, bir an Europa sonsuza kadar denizadamıyla beraber ağları parçalayacağından korktu. Nedenini bilmiyordu ama ona bakamıyordu bile. Bütün vücudunu daha önce hiç yaşamadığı bir zonklama sarmıştı ve kolundaki oksijen saatinin sarsaklığına bakılırsa nefesleri de olması gerekenden hızlıydı. Yaşadığı heyecana rağmen bu kadar soğukkanlı davrandığı için kendiyle gurur duyuyordu. Başka biri onun kuyruğunu fark ettiği an kim bilir ne yapardı.
Denizadamı ağlardan tamamen kurtulduğunda uzun bir uykudan uyanmış gibi gerindi. Bunu yaparken elinde olmadan ona yaklaşmıştı. Europa gerilemesi, aralarına güvenli bir mesafe koyması gerektiğini biliyordu, ama vücudu ona itaat etmekten çok uzaktı. Suyun altında en güzel renklerle süslenmiş, dalgalanan vücut bir mıknatıs gibi onu çekiyordu. Europa dokunmayı severdi, korkmasa elini uzatıp ona da dokunurdu. Denizadamı onun bu isteğini yeşil gözlerinden okumuş gibiydi, ince dudakları onları daha da ince gösteren bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.
Rüzgarda dalgalanan tülleri andıran perdeli elini ona uzattı, sonra mavi gözleri Europa'nın arkasındaki bir şeye takıldı.
Ne olduğunu anlayamadan denizadamı gözden kaybolmuştu bile.
Europa arkasına döndüğünde ona doğru yüzen anne ve babasıyla karşılaştı. Anın büyüsünden sıyrılan vücudu panikle ısındı. Denizadamının nereye gittiğine bile bakmadan ailesine yüzdü. Bir anlığına bile olsa o kadar büyülü bir dünyadaymış gibi hissetmişti ki alacağı cezaları düşündükçe garip hissetmeden edemedi.
Europa, biraz önce bir denizadamını kurtarmıştı.
Ve birazdan kesinlikle en az bir ay boyunca denize girmesi yasaklanacaktı.
Babası yeterince yaklaştığında onu orada boğmak yerine beline sertçe bir halat bağlamakla yetindi. Europa kıyıya kadar babasının onu arkasından sürüklemesine izin verdi, zaten aklı yüzmeye odaklanamayacak kadar meşguldü.
Kafasında tek bir cümle tekrarlanıp duruyordu: Biraz önce bir denizadamı görmüştü. Büyük ihtimalle bir daha onu görmeyecekti bile, ama Europa tamamen değiştiğini hissediyordu. Bir helikopterin içinden, bir şehrin yıkılışını izler gibiydi. Kurduğu ne kadar şey varsa anlamadığı bir nedenden elinden kayıp gidiyordu. Hayalleri, düşünceleri ve istekleri...
Geriye sadece iki mavi muhteşem göz kalmıştı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder